İKİ TÜRK BOYU ZAZA VE GURMANCLAR(KURMANCİ)



İki Türk Boyu/Zaza ve Kurmanclar



İki Türk Boyu/Zaza ve Kurmanclar Yaklaşık olarak bir buçuk asırdan beri, gerek Türkiye’de ve gerekse Türkiye dışında, özellikle Avrupa’da, Kürt türkleri hakkında çok şey söylendi, çok şey yazıldı ve çizildi. Bunlar, ilmi düşüncenin ötesinde çoğu kere bir amaca yönelik yaklaşımların mahsulü olmuştur.
Stratejik ve jeopolitik bakımından dünyanın ehemmiyetli bölgelerinden birini ve belki de en mühimini teşkil eden , yer altı ve yer üstü kaynaklarının zenginliği ile bilinen ve bilhassa dünya petrol üretiminin de üçte ikisine sahip olan “Ortadoğu”nun ; Türkiye, İran, Irak ve Suriye gibi memleketlerinde dağınık bir şekilde yaşayan , çoğunluğu göçebe ve aşiretlerden müteşekkil bulunan Kürt Türkleri üzerinde, kendilerine sözde “bilim adamı” sıfatını yakıştıran ilim tahripkarlarının niçin bu kadar kafa yorup, “bilim” (!) yaptıkları, ayrı bir konudur. Bu “bilim adamları”(!)nın ; Rus, İngiliz, Ermeni, Fransız v.b. gibi milliyetlere mensup olmaları da, dikkati çeken başka bir husustur. Öyle ki, günümüzde ayrılıkçı Kürtçü-Ermenici-Komünist ittifakın, “Türkiye Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü”ne yönelik yıkıcı, zararlı faaliyet ve çalışmalarının mahsulü olarak çıkarılan ve sayısı hayli kabarık kitapların yazarları da -hemen hemen tamamı- hep yabancıdır....
İki Türk Boyu
Zaza ve Kurmanclar
(Hayri Başbuğ)
Yaklaşık olarak bir buçuk asırdan beri, gerek Türkiye’de ve gerekse Türkiye dışında, özellikle Avrupa’da, Kürt türkleri hakkında çok şey söylendi, çok şey yazıldı ve çizildi. Bunlar, ilmi düşüncenin ötesinde çoğu kere bir amaca yönelik yaklaşımların mahsulü olmuştur.
Stratejik ve jeopolitik bakımından dünyanın ehemmiyetli bölgelerinden birini ve belki de en mühimini teşkil eden , yer altı ve yer üstü kaynaklarının zenginliği ile bilinen ve bilhassa dünya petrol üretiminin de üçte ikisine sahip olan “Ortadoğu”nun ; Türkiye, İran, Irak ve Suriye gibi memleketlerinde dağınık bir şekilde yaşayan , çoğunluğu göçebe ve aşiretlerden müteşekkil bulunan Kürt Türkleri üzerinde, kendilerine sözde “bilim adamı” sıfatını yakıştıran ilim tahripkarlarının niçin bu kadar kafa yorup, “bilim” (!) yaptıkları, ayrı bir konudur. Bu “bilim adamları”(!)nın ; Rus, İngiliz, Ermeni, Fransız v.b. gibi milliyetlere mensup olmaları da, dikkati çeken başka bir husustur. Öyle ki, günümüzde ayrılıkçı Kürtçü-Ermenici-Komünist ittifakın, “Türkiye Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü”ne yönelik yıkıcı, zararlı faaliyet ve çalışmalarının mahsulü olarak çıkarılan ve sayısı hayli kabarık kitapların yazarları da -hemen hemen tamamı- hep yabancıdır. “Kürt Türkleri” konusunda eser vermiş Avrupalı sözde bilgin ve seyyahların bazılarının ve özellikle “Sovyetler”in kendi çıkarları doğrultusunda, Türk Milletini bölmek ve parçalamak amacını güderek konuya yaklaşım gösterdikleri herkesin malumudur. Yine bu güçlerin Kürt Türkleri’ni diğer Türk boylarından farklı bir şekilde, yani ayrı bir “milliyet”miş gibi tanıtmaya ve onları “Hind-u Avrupai” (Ari) bir köke dayamaya, -olanca güçleriyle- gayret sarf ettikleri gözden kaçmamaktadır.
Bu siyasi amaçları güdenlerin dışında bazı sözde bilginler de, tarih boyunca Türk saldırılarına uğramaktan doğan şuuraltı bir düşmanlık duygusundan kendilerini kurtaramadıkları veya önceleri bu tesir altında yazılmış eserlere kapıldıkları sık sık görülmektedir. Bir kısmı da Kürttürkleri’nin sosyal yapısına, folkloruna, konuştukları lehçeye, dini inançlarına v.s. gibi hususiyetlerine vakıf olmadıklarından, konuyu değerlendirmede hataya düşmüşler ve böylece meseleyi karmaşık bir hale sokmuşlardır.
V.Minorsky, şu hususa işaret ediyor; “Sistemli tetkikler, Kürt adı ile örtülen bir tabaka altında birçok eski kavimlerin varlığını ortaya çıkaracaktır”. Gerçekten de bugün Kürt adı altında anılan çeşitli Türk toplulukları mevcuttur. Bunları hiçbir ayırıma yer vermeden, umumi olarak “Kürt” adıyla ele almak, onları yakından bilmemenin, tanımamanın sonucudur. Böyle bir yaklaşım tarzı, cahilce olduğu kadar, meseleyi de büsbütün çıkmaza sürüklemekten başka bir mana ifade etmez.
Bir uruğun, bir boy ve kabilenin, yada kavmin kökünü, o topluluğun yalnızca adı üzerinde yapılacak yaklaştırmalarla ortaya çıkarmaya kalkmak, her zaman için hatalı sonuçlar verir. İşte “Kürt” sözü üzerinde şimdiye kadar ilim aleminde yapılan hatalı araştırmalar, buna en güzel bir misaldir. Bildiğimiz kadarıyla, şimdiye dek yapılan bütün araştırmalarda, Kürttürkleri tek bir toplum olarak ele alınmış, bunun için de yanlış sonuçlara varılmıştır. Karanlıklar içinde bulunan, çözümü gereken pek çok mesele; böyle yaklaşımlardan elde edilen yanlış bilgilerle, ne yazık ki aydınlığa çıkarılamamıştır.
Rus yazarı Bazil Nikitin’in “Kürtler” isimli kitabına bir “önsöz yazan Louis Massignon, bu gerçeği açıkça itiraf ediyor:
“Kürt konularıyla uğraşan bir dizi uzman, yarım yüzyıldan beri bu konularda yöntemli bir incelemeye girişmiş olmakla birlikte, Kürdistan’ın ne olduğu henüz iyice bilinmemektedir.”
Aynı görüşleri , V.Minorsky’de dile getirmektedir.:
“Kürtler, Ön Asya’da yaşayan bir kavim, bunların yaşadıkları yerler bir çok seyyahlar tarafından gezilmiş. Kürtler’i dil, tarih, etnografya v.b. bakımdan tetkik eden bir çok eserler ortaya konulmuş ise de, umumi mahiyette bir tetkik henüz yapılmamış bulunduğu gibi, esasen elde mevcut malumatın dağınık ve eksik bir mahiyet arz etmesi ve araştırmacıların kullandıkları usullerin birbirine uymaması, böyle bir tetkiki güçleştirmektedir.”
Türk’ün dışında, ayrı bir “Kürt Milleti” yaratmaya çabalayanlardan M.Emin Zeki’de endişesini saklayamamaktadır:
“Kürtler’e ait bugüne kadar elde edilen eski eserler bize kesin bir bilgi verememekte, ancak bazı kuşkuları giderebilmektedir.”
İngiliz yazarı Wıllıam Aegleton’un Kürttürkleri’ni ayrı bir “milliyet” olarak telakki eden hayalperestler için yaptığı şu tespit, gayet ilgi çekicidir:
“Bunlar, ‘Kürt’ olarak kimliklerini arayıp bulmaya çalışıyorlardı. Ne var ki, tarih kitaplarında karışıklıklardan ve çelişkili sözlerden başka bir şey bulamıyorlardı...” diyen yazar, daha sonra şunlara yer veriyor:
“Gerilere gittiğimiz taktirde, Kürt’ün kimliğini tam inandırıcı biçimde ortaya koymanın güç bir iş olduğunu görürüz... Romantik hayal gücü geniş olan bazı tarihçiler, adları ‘Kürt’ kelimesine yakın olan yada bazı harfleri değiştirilince bu yakınlığı ortaya çıkan ve soyları tükenmiş olan halklar ile, bilinmeyen ülkelerdeki beldeler arasında Kürt’lerin kökenini araştırıp duruyorlar.”
Anlaşıldığı üzere “Kürttürkleri” konusu, doğuda ve batıda pek çok araştırmacıyı bir hayli meşgul etmiş bir konudur. Meseleye umumi açıdan bakıp fikir yürütenlerin kısa bir zaman sonra, kendilerini çıkmaz bir yolda bulup işin içinden çıkamadıklarını itiraf eden tarihçi ve dil bilimcilerin sayısı az değildir. Hatalı yaklaşımlarla konuya girip, sonra da büyük bir hayal kırıklığına uğrayanların gözünde bu mesele, artık bir “muamma” haline gelmiş, çözülmesi güç bir “kördüğüm” oluvermiştir.
Aslında bu; halledilemeyecek, çözümlemeyecek bir mesele değildir. Ve hiç de, çözümünde zorluk çekilecek bir tarafı yoktur. Yeter ki, bu sayın araştırmacılar samimi ve dürüst olsunlar. “Mesele”ye, ülkelerin çıkarları açısından bakmasınlar ve ilmi hakikatleri bir takım menfaatlere kurban etmesinler.
Bu hususlara uyulduğu taktirde, Kürt “muamma”sının veya “kördüğüm”ünün çözülmemesi için her hangi bir sebep göremiyoruz.
Her şeyden önce, “tartışmasız” olarak kabul edilmesi gereken iki nokta vardır:
"Kürt" unsurunu, Türk kültürü tarih ve medeniyeti dairesi dışında aramak anlamsızdır. Eski çağların karanlıklarında veya “Hind-u Avrupai” topluluklar yada “Sami ırkı”na mensup kavimler içinde “iz” kovalamanın, boş bir hayalden başka bir şey olmadığı artık bilinmektedir. Gerçek budur ve bunu herkes kabullenmek mecburiyetindedir.
"Kürt" adı ile umumi olarak adlandırılan ve ancak farklı özellikler taşıyan Türk boylarını; mesela, Guran, Lur ve Zaza Türkleri’ni ayrı ayrı ele almak gerekmektedir. Daha açıkçası “Kürt” adıyla bilinen bütün aşiret ve kabilelerin tek tek incelenmesi lüzumu hasıl olmaktadır.
İşte, Zaza Türkleri özellikle ele alınıp araştırılması gereken mühim “konu”lardan biridir.
Şimdiye kadar, “unutulmuş” veya “ihmal edilmiş” diyebileceğimiz Zaza Türkleri konusunu gündeme getirip, “mesele”nin, çözümü veya aydınlığa kavuşturulması yolunda atılacak adımlarla, “ilim” adına bir hayli mesafe kat edilebileceğini belirtmeye, bilmem lüzum var mı?
Bu araştırmada, iki Türk boyu olan Zaza ve Kırmançları inceleyeceğiz.
Amacımız, Zaza Türkleri ile Kırmanç Türkleri arasındaki mevcut farklılıkları gayet belirgin bir şekilde ortaya koymaktır. Çeşitli yönlerden birbirlerinden tamamen ayrı bu iki Türk boyunu bu açıdan incelemek, Türkiye’de ve dünyada ilk defa olmaktadır. Bu da bize nasip olmuştur. Yüce milletime, bir küçük hizmetimden dolayı kendimi mutlu hissediyorum.





KÜRT TÜRKLERİ’NİN MENŞEİ

Türk’ün dışında “Kürt” genel adıyla ayrı bir “milliyet” oluşturmaya çalışıp, bu yönde çaba sarf eden ayrımcı çevreler, öteden beri kendilerine bir “tarih”(!) yaratma lüzumunu hissetmişlerdir. Bu grupların ileri sürdükleri iddialar, başlıca iki kaynakta toplanmıştır. Birincisi, M.Emin Zeki’nin “Trih-i Kurd-u Kurdıstan” (Kürt ve Kürdistan Tarihi), ve ikincisi de, İhsan Nuri’nin “Tarih-i Rişeyi Nejad-i Kurd” (Kürtlerin Asıllarının Tarihi) adlı kitaplardır.
Söz konusu çevrelerin “tarihimiz” dedikleri hikayelerin ne olduğuna kısaca değinmek istiyoruz.
Adı geçen kaynaklarda; milattan önceki tarihlerde Mezopotamya’da tarih sahnesine çıkmış ne kadar topluluk varsa, hepsinin “Kürt” olduğu ileri sürülmektedir. Mesela isimleri tarihlerde anılan; Sumer, Subari, Asur, Guti, Lulu, Kusi, Kasit, Mitani, Nayri, Muşki, Halti, Mannai, Urartu, Cyrtii (Kyrti/Kur-ti-i), Kimmer, Saka, Kardu, Med, Pers, Sasani v.s. gibi kavimler, bu kaynaklara göre tamamıyla “Kürt” idiler. İ.Nuri ise kitabında, İran destanlarına konu olan efsanevi padişahlardan “Cemşid” ve “Feridun” dahil, gelmiş geçmiş bütün İran (Fars) sultanlarının ve hanedanlarının (Kıyumersiler, Ahamendiler, Medler, Pehleviler, Persler, Sasaniler v.s.), “Kürt soyundan” olduklarını ileri sürmektedir.
Yine İhsan Nuri, “Ermeniler”in de “Hıristiyan Kürt” olduklarını ne yazık ki, yazabilmiştir.
Aynı yazar, daha da ileri giderek “Zerdüşt”ün bir “Kürt Peygamberi” olduğuna, keza “Nemrut”un da Kürt asıllı olup, isminin (“Nemrut”) Kürt lehçesinde “ölümsüz” anlamına geldiğine değinmektedir. “Hazreti İbrahim” (a.s.)’in dahi “Kürt” olduğunu ileri süren yazar, delil olarak, İbrahim Peygamber’in babası kabul edilen “Azer”in isim olarak manasının Kürtçe de “ateş”i ifade ettiğini belirttikten sonra, çizmeyi daha da aşarak, Hazreti İbrahim’in neslinden olan, Allah (c.c.)’ın son elçisi, ahir zaman peygamberi Hazreti Muhammed (s.a.v)’in bile “Kürt” asıllı olduğuna işaret etmektedir.
Bir başka ayrımcı kaynak da, “Nuh Peygamber”in “Kürt” olduğunu iddia etmektedir. İddia sahipleri; Nuh (a.s.)’un bizzat Kürt olduğunu, adının (“Nuh”) Kürtçe’de “yeni” anlamına geldiğini, gemisinin oturduğu yerin adı olan “Cudi”nin de Kürtçe bir söz olduğunu, bunun Kürtçe’de “cıh di” şeklinde geçtiğini ve “yer buldu” anlamını verdiğini beyan etmektedirler.
Doğrusu, bu gibi iddialarla ne elde edileceği, nereye varılacağı merak konusudur.
Bütün semavi dinlerde Nuh Aleyhisselam, “İkinci Adem” olarak kabul edilir. İnanca göre; Nuh (a.s.) ile birlikte dünya yeniden kurulmuştur. Gerek yeryüzünde mevcut bulunan ve gerekse tarihe gömülüp varlıklarından artık eser bile kalmayan bütün kavimler, kısacası bütün beşeriyet (insanlık); Nuh (a.s.)’un üç oğlu olan Sam, Ham, Yasef’ten türemişlerdir.
Hayalcilerin yukarıda naklettiğimiz iddiasına dönelim tekrar. Bir an için, Nuh Peygamber’in “Kürt” olduğunu farz edelim. O zaman ne olur? Gelmiş geçmiş bütün dünya milletlerinin , kavimlerinin, daha açıkçası yaşayan-yaşamayan bütün insanların “Kürt” olması gerekir. Değil mi?
İşaret ettiğimiz gibi, Kürttürkleri’nin menşei hakkındaki yakıştırmalar, siyasi amaç güden çevrelerden gelmiştir. Bunlar, Kürttürkleri’ni Türk’ten uzak tutmak için her yolu denemişlerdir. Adeta; “Türk” soyundan olmasın da hangi soydan olursa olsun zihniyeti içerisinde, soy kökü bulacağız diye, Türk Dünyası’nın dışında her yerde arayış yapmışlar, İskandinav ülkelerine kadar uzanmışlardır. Ancak, elde ettikleri şey ise, sadece bir “sıfır”dır. Çünkü her şeyden önce, konuya yaklaşımlarında samimi değildirler ve dürüstçe davranmıyorlar. Bu şekilde hareket ettikleri için de, işin içinden çıkamıyorlar, “çıkmaz”lardan bir türlü kurtulamıyorlar.
“Giriş”te de belirttiğimiz gibi; Kürttürkleri’ni Türk kültürü tarih ve medeniyeti dairesi haricinde aramak boşunadır ve saf edilen emeğe de yazıktır. Hakikatleri kabullenmekten başka çıkar yol yoktur. Çünkü güneş balçıkla sıvanamaz. Her şey meydandadır ve apaçıktır...
Asıl mevzua geçmeden önce, pek çok kişiyi ister istemez tereddütler içinde bırakan ve kafalarda soru işaretlerinin yer etmesine yol açan bir hususa açıklık getirmek istiyoruz. Şöyle ki:
Selçuklular’dan önceki devirlerde acaba Anadolu’da Türk unsuru var mıydı?
Yapılan araştırmalar, Oğuzlar’dan çok önceleri esaslı Türk unsurları olan Su (Saka)lar’ın, Sabir (Subar)ler’in, Kimmerler’in, İdil (Volga) Bulgarları’nın, Hunlar’ın Doğu Anadolu’yu iskan ettiklerini, yine Kars ve Van taraflarında görülen Bulgar kütleleri ile Peçenek kıt’alarının bu topraklara gelerek bölgeyi bir Türk yurdu haline getirdiklerini göstermektedir.
Macar bilginlerinden Prof. Dr. Làszlò Rasonyi’nin şu tespitleri de bu doğrultudadır:
“Yazılı tarihlerden önce de, binlerce yıl önce Çin’de, Hindistan’da, Mezopotamya’da, Anadolu’da ve Orta Avrupa’da öyle kültür unsurlarına rastlanır ki, bunların hareket noktasını steppe (bozkır) kültüründe, yani Türkler’in cetleri arasında aramak gerekir. Ancak bu zamanda onlara henüz “Türk” denmiyordu.”
Tarih sahnesine çıkan ilk Türk kavmi bilindiği gibi Su (Saka)lar’dır. Bazı kaynaklara göre Su (Saka) Türkleri, M.Ö.7000 ile 625 tarihleri arasında varlıklarını sürdürmüşlerdir. Kurdukları imparatorluğun sınırları ise; Çin hududundan, Afganistan, Kafkaslar, Anadolu, İran, Suriye, Filistin ve Mısır kapılarına kadar uzanmaktaydı.
Günümüzde, ilim adamlarının üzerinde ehemmiyetle durdukları konu, Kürttürkleri’nin Sakalar’ın ahfadı olabilecekleri konusudur. Bizce de en isabetli görüş budur. İncelememiz bu yönde sürecektir...
Tarihi kayıtlara göre; Azak denizi çevresindeki Kimmerler’i yurtlarından çıkarıp kovalayarak ilerleyen atlı-göçebe Saka Türkleri, ilk önce M.Ö. 680 yıllarında Kafkas geçitlerinden aşıp Kür Irmağı boylarına yayıldılar. Arkasından gelen yeni ve daha güçlü Saka göç kolları Aras boylarını da ele geçirip Urmiye gölüne varınca Azerbaycan’a yerleştiler. Az sonra da bütün Anadolu, Suriye ve Filistin’e yayılarak, İran’ı da haraca kesip kendilerine bağladılar. Doğuda Çin’den batıda Tuna boylarıyla Karpatlar’a , kuzeyde Sibir’den, güneyde Mısır kapısı Sina’ya değin Asya ve Avrupa topraklarına hakim olarak; dünyanın bilinen en ulu ilk geniş imparatorluğunu kuran Sakalar’a Asurlular “Aşkuzai/Askuzai” ve “İşkuza”, bazen de “Asagarta/Sakarta/Zakarti/Zakruti/Zikirtu”; Yahudiler’in Tevratında “Aşkenaz”; Eski Yunanlılar “Scythe” (İskit), hükümdarlar boyuna “Sokolot” ve sonraları “Sak/Saka” ; İranlılar “Saka”; Hintliler “Sakya” ve Çinliler de -hükümdarlar sülalesine göre- “Su” ve “Se” diyorlardı. Kaşgarlı Mahmud’un “Divan-ı Lügati’t Türk”ünde anıldığı gibi, Tanrı dağlar bölgesindeki “Şu/Su” sülalesi, M.Ö. 8. yüzyıldan beri Sakalar’ın hükümdarlar sülalesi idi.
Herodot’un anlattığı gibi, bütün Asya’ya hakim olan Sakalar’ın en güçlü ve en ulu hükümdarları Madova/Madyes (Afrasyab/Alp Er Tunga) adlı cihangirleri M.Ö. 625 yıllarında İranlılar tarafından Urmiye gölü yanında maiyetiyle birlikte hile ile öldürülmüştü. Bunun üzerine başsız kalan Sakalar’ın Ön Asya hakimiyeti sona ermiş, kendilerini toparlayan uruklar Aras boylarına çekilerek, Kafkaslar üzerinden ana kolla bağlılıklarını sürdürmüş; saldıran İran’lı Med orduları karşısında yolları tutulup çekilemeyenlerin, Dicle solunda, Zap suları ile Van Gölü arasındaki çok dağlık ve balkanlık bölgede tutunarak, “Karduk” ismiyle yad edilip bugünkü Kürttürkleri’nin ataları oldukları, çok kuvvetli belgelerle sabittir.
Bugünkü Kürttürkleri’nin meskun bulundukları bölgeler, eski çağlarda hep Sakalar’ın yurdu olarak adlandırılmıştır. Yunanlı tarihçi ve coğrafyacı Arrianos’un İskender çağında “Sakasin” diye andığı Ağrı Dağı, Gence ve Gökçe göl çevresindeki Sakalar kolunun yurdunu, Amasyalı tarihçi Strabon (M.Ö. 60- M.S. 20) “Sakasen”, Romalı tarihçi Plinius (MS. 23-79) “Sakassun” ve M.S. 150 yıllarında eserini yazan Yunanlı coğrafyacı Potelemeus’da “Sakapen” diye tanıtıyor.
Ermeni tarihçisi Khorenli Movses, “Hayasdan (Armenya) Tarihi” adlı eserinde (Süryani Mar Abas Katina’nın “Eski-Armenya ile Var-Arsak Tarihi”nden naklen); Gökçe göl çevresiyle doğuda Hazar denizine değin Aras boylarının ilbeğliği verilen yerli hanedana “Si-Sak” (Hükümdarlar soyundan “Su-Saka”ları) veya “Si-Uni” (Si-Hanedanı) denildiğini; İranlıların ise, daha gerçek şekliyle “Si-Sakan” (Si-Sakalar’ı) adını verdiklerini bildiriyor. Bir başka Ermeni tarihçisi Vardabed Egiş Elize, “Mamıkonlu Vardan ile Armenyalılar’ın Savaş Tarihi” isimli eserinde; Kafkaslar kuzeyinden aşıp (M.S. 445 yılında) gelen Hunlar’ın (Aras-Kür ortası ile aşağılarını içerisine alan) “Ağwan-Eli” (Albanya) ülkesindeki “Bala-Sakan’a başbuğlarıyla birlikte yerleştiklerini bildiriyor. Khorenli’de, “Udi” eyaletinin komşusu olarak 413 yıllarında, İncil’in yerli dile çevrilmesi sırasında da (Kür’ün sağ kolları boyunda) “Bala-Sakan” (Küçük Sakalar) sancağı anlatılıyor.
Yukarıdaki Ermenice kaynaklarda anlatılan “Bala-Sakan” sancağı, Doğu-Karabağ’da ve Gence’nin güneydoğu yanında bulunuyordu ki, göçebeler için en güzel bir kışlak yer sayılırdı.
645’deki ilk İslam fethinden 1597’de “Şerefname”nin yazılışına değin Aras-Kür/Aran Ülkesi’nde , eski Sakalar’ın torunları olan göçebe Kürttürkleri’nin tanındığını görmekteyiz. Kuzeylerindeki Dağıstan-Macar Kürtleri gibi ana dillerini bırakmadan, “Türkçe” konuştukları anlaşılan Kür-Aras/Aran Kürtleri, Ortaçağ’da iki yerli ve bir de göçmen sülale çıkardıkları için bile ayrıca incelemeye değer. Müslüman “Şeddadlılar” ile “Eyyublular” ve Hıristiyan “Kolu Uzunoğulları” gibi üç ünlü sülale, Saka Türkleri’nin torunları olan bu Kür-Aras Kürtleri’nden çıkmıştır.
Ünlü İslam bilgini Belazuri (...?-897), “Fütuhü’l Büldan” adlı eserinde; 645 yılındaki Arap fetihlerini anarken, yerli kaynaklara da dayanarak, Arap ordusunun; “Sakasın/Sagasın”, “Moski-Van”, “Ud(Udi)” gibi sancak ve kasabaları kolayca zaptettiğini, ancak bu arada, (Doğu-Karabağ’da bulunan) “Ekradü’l Bala-Sacan” (Bala-Sakan Kürtleri) denilen göçebelerin Araplar’a karşı koyup savaştıklarını yazmaktadır.
Kendilerini, 5. yüzyılda Avrupa’ya hakim olan Hun Türkleri Hükümdarı Atilla’nın torunları sayan ve Macarlar’dan önce Erdel (Transilvanya) bölgesine yerleşmiş olup bugün Macarca konuşan “Sekel” (Saka’lı) Türkleri arasında da bir “Kürt” topluluğu yaşamıştır.Barabàs Samus, “Székely Oklevéltàr” isimli kitabında, 1505 yılında “Sekeller”in Medgyes” (Medyeş) oymağının bir tiresi olan “Kürt”ler’in tanındığını bildirmektedir. Prof. Dr. Làszlò Ràsonyi’de “Sekel”ler içindeki Kürttürkleri’nin mevcudiyetinden bahsetmektedir.
Bu açıklamaların ışığı altında, pek çok kişiye “karanlık” gibi gözüken ve aslında hiç de öyle olmayan Kürttürkleri’nin ilk çağlardaki durumunu veya menşeini daha açık bir şekilde aydınlığa çıkarmak için; “Saka-Kürt” ilişkisine dair, üzerinde duracağımız birkaç önemli nokta daha vardır.
Bilindiği gibi Kürttürkleri’ne Ön Asya’da, M.Ö. 7. yüzyılda Sakalar’ın Kafkaslar üzerinden Aras ve Dicle boylarına yayılmalarından sonra rastlanılmaktadır. İslam tarihi coğrafyası üzerinde otorite olarak gösterilen V.Minorsky, Kürttürkleri ile ilgili olarak Brüksel’de 1938 yılında yapılan “Milletlerarası 20. Müsteşrikler (Doğubilimciler) Kongresi”nde, “Kürtler’in Med-İskit (Saka) menşei”nden geldikleri yolundaki tebliği ile İslam Ansiklopedisi’nde yer alan “Kürtler” isimli yazısındaki fikrini düzeltmiş ve “Kürt” adına Ön Asya’da M.Ö. 7. yüzyılda Saka/İskit göçünden sonra tesadüf edildiğini belirtmiştir.
İhsan Nuri’de ; “Kürtler’den söz eden bazı tarihçiler, Kürtler’in M.Ö. 650 yılında Kürdistan’a gelmiş olabileceklerini belirtirler” demektedir.
Ermeni tarihçileri de Kürttürkleri’nin menşeini “Saka/İskit” Türkleri’ne bağlamaktadırlar. Bu hususa dair düşünceleri şöyle :
“Hazar denizinin ötesinde bulunan ve Türk diye adlandırılan İskitler (Sakalar), kitle halinde Pers ve Medya ülkesine akın ettiler, birçok yerleri ele geçirdiler ve buradaki inançları benimseyerek din ve dil yönünden onlara (Pers ve Medler’e) benzediler.Bunlar arasından birçokları Med prensleriyle birleşerek Karduklar’la Mosklar’ın sınırları içindeki Ermenistan’a akın ettiler, bu ülkeleri ele geçirdiler ve buralara yerleştiler.
Arşak Safrastyan adlı bir Ermeni de, Londra’da Kürttürkleri hakkında yazdığı İngilizce kitabında, bunların atalarının “yaman savaşçı İskit okçuları” olduğunu, itiraf etmiştir.
W.E.Allen, “Gürcü Kavminin Tarihi” adlı eserinde, Kürttürkleri hakkında şu hükmü veriyor:
“Kürt adı; dağlarda yaşayan ilkel ve karışık bir ırktan bir grup aşireti kapsar. Bu aşiretler, muhakkak ki bünyelerinde İskit ve Kimmer istilaları çağından kalma bir takım unsurların torunlarını taşırlar. Ve Ksenofon’un Fırat’la Aras’ın yukarı vadilerindeki aşiretlere verdiği “Karduk”lar adı, bu adın çeşitli biçimleri arasındaki tarihi bağı gösterir.
“Karduklar” adı ile anılan topluluk, bilindiği gibi Sakalar’ın bir koludur. Bunlardan ilk bahseden Yunanlı Ksenofon’dur. Ksenofon M.Ö. 401 yılında, gördüğü bu Türkler hakkında bize çok kıymetli bilgiler vermektedir. Ksenofon’a göre “Karduklar”, İranlılar’a son derece düşman olup, dil, giyim-kuşam ve silahlar bakımından da İranlılar’dan tamamen ayrı özellikler taşımaktadırlar. Karduklar’ın İranlılar’a olan bu düşmanlığı, belki de Saka-İran mücadelelerinden ve daha çok, bu mücadeleler sırasında bir hileye kurban giden Sakalar’ın başbuğu Alp Er Tunga (Afrasyab)’nın öldürülmesinden (M.Ö.625) ileri geliyordu. Ne olursa olsun, akla gelen budur ve muhtemelen -Ksenofon’un da dediği gibi- Karduklar’ın İranlılar’a karşı uyguladıkları imha harekatı, evveliyatın temelinde yatan intikam eseridir.
Ksenofon’un beyanına göre; Karduklar’ın en iyi silahları yaydır. Bu yayların uzunluğu da aşağı yukarı üç kol uzunluğundadır. Hele ok atmada çok mahirdirler ve her ok atışlarında sol ayaklarıyla basarak kirişi ta yayın sonuna kadar çekerlerdi. Attıkları oklar iki kol uzunluğunda idi...
Dikkat edilecek olursa, “yayı sol ayakla gererek ok atma” adeti, İskit/Saka’larda görülmektedir. Karadeniz kuzeyindeki İskitler’den kalma M.Ö. 4. Yüzyıla ait bir gümüş tabak üzerinde, atçı bir kavme mahsus kemerli çekmen (ceket) ve gövdeye sıkıca gelen uzun pantolonla uzun saçlı erkeklerden birinin sol ayağının yardımıyla yayı kurduğu resmedilmiştir. Şayet Sakalar’ın Ön Asya’ya akınlarından sonra, Karduklar’ın tarih sahnesine çıktıkları göz önüne alınacak olursa, bunların Sakalar ile birlikte, bugün Türkistan diye anılan Orta Asya’dan geldikleri anlaşılır. Günümüzde dahil Doğu Türkistan’da kadim bir Türk boyu “Kurtuk” adını taşırken, Tiyanşan’ın güneyinde “Karduk” isimli bir Türk köyünün mevcudiyetinden de haberdarız. Kelime olarak, Kardu (k) Türkçe’dir. Kaşgarlı Mahmud bunu, “zemheri sıralarında su üzerinde yüzen fındık büyüklüğündeki buz parçaları” şeklinde izah etmiştir. Karduk Türkleri’nin torunları olarak gösterilen bu günkü “Kürt” boyunun isminin de Türkçe’de, “yatkın kar”, “sertleşmiş kar” anlamına geldiği ileri sürülmüştür. “Karluk” (Karlı,Karlık) adıyla yad edilen bir Türk zümresini de burada zikretmek yerinde olur. En eski Saka (“Su”)’lardan kopup gelerek Mezopotamya’da üstün bir medeniyet yaratan “Sumer” Türkleri’ne ait, yaklaşık M.Ö. 2000 tarihli iki eşik taşında geçen “Kar-da-ka” memleketinin ismi de, doğrusu anılmaya değer. Driver’e göre, “Kar-da-ka” memleketi, Van Gölü’nün güneyindeki “Su taifesi”nin yanında bulunuyordu. Şerefname’de Bitlis bölgesinde bir “Suy Kalesi”nden bahsedilir. Sakalar’ın en eski ve asıl adının “Su” olduğunu hatırlayacak olursak, bu bilgiler bize Kürttürkleri’nin ataları olarak kabul edilen “Karduklar”ın Türklüğü hakkında önemli ipuçları veriyor.
“Ayrıcalık” davası güden çevrelerin de Kürttürkleri’nin menşeini “Sakalar”a dayandırmaları, üzerinde önemle durulması gereken bir husustur.
Prof. Reşit Yasemi, “Mecelle-i İran” daki (9.sayı) “Dillerin Dirilişi” başlıklı makalesinde şunlar yazıyor:
“Doğubilimciler” Kurti(Cyrti)’lerin yurdunu İran’ın doğusu diye gösteriyorlar. Bu taifenin ilk bölümünün İran’ın doğusundan geldiğini ve Sakarti (Sakalar) olduğunu, bunlara Asurlular’ın ‘Zakruti’ dediğini belirtiyorlar.
İhsan Nuri’de bu görüşe içtenlikle katılıyor ve şöyle diyor:
“Kurtiler’in en cesur taifesi olan ‘Zakruti’ler, ‘Sakarti’lerin adını andırır ve ‘Sakarta-Zakarta-Bakarta’ adları benzerlik gösterir. Bu Sakartiler, Kurti (Cyrti)ler’den idiler. Yerleri İran’ın doğusu olarak gösterilir. Hangi tarihte Zagros dağlarından geldikleri tam olarak bilinemiyor. Zagrosların doğu eteklerinde ve Erbil yöresinde yerleşmişlerdi. Adlarını da Zagros dağlarına vermişlerdir. Zagros, Zagrut adları birbirinin hemen hemen aynıdır.
Guti, Kusi, Mitani v.s. gibi toplulukların Kürttürkleri’nin ataları oldukları görüşü üzerinde ısrarla duran İhsan Nuri, bunların da menşeini Saka Türkleri’ne dayandırıyor ve şunları vurguluyor:
“Acaba, Kürtler’in ataları olan Guti, Kusi, Mad ve Mitaniler, Pars taifesiyle aslında Sakalar’dan mı idiler? Eskiden Sakalar’ın sınırı Türkistan ve Moğalistan’ın doğusunda ve Afganistan’ın güneyinde, şimdiki İran’da Mazenderen denizinin batısında diye gösterilmiştir. Aslında Toroslar’a dek uzanmıştır.
E.Herzfeld, “Asagarta” dediği “Sakarta” (Saka)lar’ı “Kürtler”in ataları saymaktadır.
Bazil Nikitin’de; “Sagartalar, önce Seistan (Segistan-Sakaistan)da yaşıyorlardı.. Bunların adı bir ‘gart’ unsuru taşıdığına göre belki de bunu, tahlil edilen (Kardu, Kurti v.s.) benzeri köklere yaklaştırmak mümkündür” demektedir.
Yine Bazil Nikitin, Asurlular’ın Kimmerliler ve İskitler (Sakalar) için “manda sürüleri” tabirini kullandıklarını zikretmektedir. Dikkate şayandır ki, Sakalar/İskitler’in günümüzdeki torunları olarak kabul edilen Kürttürkleri’nin konuştukları lehçede kullanılan “sak” kelimesi, “manda yavrusu” anlamına gelmektedir. Bu çok enteresan bir benzerliktir. Yine Kürttürkçesi’ndeki “sakol” kelimesi de, “çelimsiz, zayıf, değersiz hayvan” manasında kullanılır.
Sibirya’nın kuzeyinde yaşayan Yakut Türkleri, bugün bile kendilerine “saka” derler. Cengiz Han’ın ilk dayandığı kabilelerden biri de “sakait” adını taşıyordu. Altaylar’da yaşayan “sakay” adlı bir Türk kabilesinin varlığı da bilinmektedir. Aristov, bu “sakay” kabilesi ile Kırgız Türkleri’nin “sakay” boyunu, eski Sakaylar’dan arta kalan oymaklar olarak kabul etmektedir.
Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar olan geniş sahada ve Kürttürkleri arasında, “sak” veya “saka” adı yahut bunun ekler almış şekilleri yada bu ismin bozulmuş hallerini, yer adı olarak gördüğümüz gibi, aşiret isimlerinde de görmekteyiz.
“Van Tarihi”nde zikredildiğine göre, “Celali” diye adlandırılan kabilelerden biri “Sakan” adını taşımaktadır. Kürttürklerini etraflıca anlatan “Şerefname”de, “Şakaki” adıyla bir aşiret zikredilir. “S”, “Ş” değişimi ile bunun “Sakaki” yada “Şakaki” olması muhtemeldir. Osmanlı arşivlerinde de zikredilen bu aşiretin iskan ettiği yerler şöyle gösterilir: Kilis, Diyarbekir, Erzurum, Musul, Halep, Çıldır, Hısn-ı Keyf Sancağı (Diyarbakır Eyaleti), Aksaray Sancağı, Kars, Van Eyaleti, Hakkari Sancağı, Mardin, Rakka, Ergani (Diyarbakır). Günümüzde, bu aşiretin bir bölümü Van dolaylarında meskun iken, büyük bir kısmı da İran topraklarındadır. Meşhur Simko İsmail Ağa’nın mensubu ve reisi bulunduğu aşiret buydu. Yine bu aşiretin Tunceli’nin Pertek ve Çemişkezek İlçelerinde “Şekakan” adıyla anılan kolları bulunmaktadır.
Şerefname’de zikredilen bir diğer aşiret de “Sekran”dır. Tunceli’de bu adı andıran bir “Sekaran” (veya “Zekaran”) aşireti mevcuttur.
İran’daki aşiretlerden biri “Sekur” adını taşırken, küçük Lor aşiretlerinden bir kabile de “Sekevend” adıyla yad edilir. Farsça “-vend” eki kaldırılırsa, “Seke” kalır ki, “Saka” ile aynıdır. Ayrıca “Sekili” aşireti de, daha önce sözünü ettiğimiz “Sekel”lerin hatırasını saklar
Osmanlı arşivlerinde de “Saka” adının değişik şekilleriyle yad edilen bir hayli aşiret ve cemaat vardır. İşte birkaç misal:

Sekatelli (Sekatellü) : Mardin Sancağı, Rakka Eyaleti,(Ekrad-Kürt- Taifesinden).
Sekenli (Sekenlü) : Rakka, Diyarbekir, Erzurum, Kaş Kazası (Teke Sancağı) , (Ekrad-Kürt- Taifesinden).
Seker (Sekerli, Sekerlü) : Haleb, Maraş, Kiğı Sancağı (Erzurum Eyaleti)Yeni İl Kazası (Sivas Sancağı),(Türkmen Kürd’ü Taifesinden).
Sakamehmedli (Sakamehmedlü) : Zülkadriye Kazası (Maraş Eyaleti), Tarsus Sancağı (Yörükhan Taifesinden).
Sakaratlı (Sakaratlu) : Günyüzü Kazası (Hüdavendigar Sancağı), Kırşehir Sancağı, (Yörükan Taifesinden).
Sakcalı (Sakcalu) : Maraş, Kırşehir ve Bozok Sancakları, (Yörükan Taifesinden).
Saklı (Saklu) : Gelibolu Sancağı
Sake : Dimetoka Kazası (Paşa Sancağı)

Şerefname’de “Sakaman” hükümdarlarından söz edilir ki, bu “Sakaman” bugün Tunceli’de bir nahiyedir ve “Sağman” adını taşımaktadır. “Sakaman”ın “-man”ı mübalağa ekidir. “Karaman, şişman, kocaman” v.s. gibi. Önündeki “Saka” ise, bildiğimiz “Saka”nın kendisidir. Yine Erzincan’da ve Erzurum’da “Sekman” adıyla yerler vardır.
Siirt’te “Saka”, Ahlat’ta “Sak”, Muş’ta “Sakavi”, Bingöl’de “Sakaviran”, Artvin’de “Sakalar”, Tunceli’de “Sakarat”, Palu’da “Sekarat”, Diyarbakır’da “Sakar”, Bismil’de “Seko”, Lice’de “Sağatan”(Sakatan), Hakkari’de “Sekan” v.s. gibi köy isimleri hep eski Saka Türkleri’nin günümüzde yaşayan bakiyeleri olarak kabul edilir

ZAZA TÜRKLERİ’NİN MENŞEİ

Türk Milleti’ni meydana getiren boylar ve oymaklar zincirinin halkalarından birini teşkil eden Zaza Türkleri hakkında, maalesef bugüne kadar ciddi bir inceleme yapılmamıştır. Hakkında en az şey bilinen Türk topluluğu da budur. Diğer Türk boyları üzerinde yapılan bunca derin araştırma ve incelemelere rağmen, Zaza Türkleri konusu her nedense kimsenin ilgisini çekmemiştir. Buna “ihmalkarlık” da denebilir. Aslında öncelikle ele alınıp incelenmesi gereken -belki de en mühim- mesele budur.

15 yorum:

  1. VALLA HELAL OLSUN BUNLARI BÖLÜCÜLERE OKUTACANKİ GÖRECEKLER SEREFSİZLER

    YanıtlaSil
  2. Çok guzel bir yazı teşekkürler

    YanıtlaSil
  3. ölümüne gurmanciz ölümüne kürdüz!

    Kürtler ayri bir irktir

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Al sana bitane şerefsiz daha işte.

      Sil
  4. kardeş yanılıyorsun kürtler türk ırkına mensupdur bunun en büyük kanıtı birlit-ahlattaki şehitlikler ve anıtlıklardır şehitler kürttür ve bu vatan için 1000 yıl once savasmıs anadoluya yerlesmıstır ben bitlisliyim ve ülkücüyüm bu sene akpyı destekledım cunkı doguda mhp yok denecek kadar az teşekkürler

    YanıtlaSil
  5. zazayım türküm

    YanıtlaSil
  6. KÜRDÜZ GUMANCIZ

    YanıtlaSil
  7. zazalar türktür hiç bir şekilde iranlı değildir.

    YanıtlaSil
  8. vallahi ben de aynen burda yazılanları daha önceden sanki bu olduğunu hissediyordum. masum aldatılmış kandaşlarimiz kendilerini ayrı bır millet zanneden kardeşlerimiz bunları mutlaka okumalıdırlar. asalında akılları bir gelse de başlarına da, bu bölücülere koca bir tokat indirseler. Allah bu necip milletin yardımcısı olsun kardeşi kardeşe vurduranlar o dinsiz imansızlar bölücüler biraz kurran okusalar. keskede nadim olsalar.

    YanıtlaSil
  9. sakcalı soyodımız Ve türk oğlu Türküz kayı boyunda doğu da yaşayanlar kürtçe konuşuyorlar onlar osmanlının kurucusu türk oğlu türk hepsibölmeye çalışanları aman vermeyelim

    YanıtlaSil
  10. ulan ne biçim insanlarsınız bir ırkı yok sayarak anadoluda yaşayan herkesi ulu türk olarak görüyorsunuz . Türkler daha bu toprakların yolunu bile bilmezken burda ermeniler kürtler nasturiler vb kavimler vardı. türkler gelince ne oldu anadoluda tek bir ermeni kalmadı acaba hepsi nereye gitti. kendinize bi sorun...

    YanıtlaSil
  11. peki bu araştırmayı yapmak için aslında türk olan kürtlerin ayrı bir ırk olduğunu iddaa etmelerini mi beklediniz.ben adıyamanlıyım ve gördüğüm kadarıyla artık bu gerçeğe ayrı bir ırktan olduğuna inanan insanları inandırmamız çok zor. çünkü artık o zorlama ve derleme dil oluşturuldu. kürt türkleri bizlere değilde leninistlere inandı. onları doğru yola döndürmemiz zor görünüyor. çünkü bu gerçekler medyada tartışılmıyor ve zikreden insanlar da faşistlik ve şovenistlikle suçlanıyor. araştırmanız ve bilgilendirmeniz için çok teşekkür ediyorum. saygılarımı sunuyorum

    YanıtlaSil
  12. çok geç gelen bilgi aklınız nerdeydi.
    salgur

    YanıtlaSil
  13. ben inanmıyorum bunlar saçma kürtler asla türklük kelimesinin k harfi bile olamaz bunları uyduranlar kürtlere yalakalıktan başka bir şey yapmıyor bir TÜRK dünyaya bedel herkes akıllı olsun

    YanıtlaSil
  14. Kürtçe; Farsça-Arapça ve Türkçe karışımı bir dil, Kürt kelimesi bile Arap tarihçileri tarafından verildi, kendilerinden kattıkları tek bir kelime yok, bunlar Büyük İsrail Projesi için tasarlanan oyunlar, Türkleri ve Kürtleri birbirine kırdıracaklar, sonra Ermenileri Kürtlerin üzerine salacaklar, Ermeni grupları diyor zaten Kürtler bizi salama çevirdi, biz de işimiz bitince onları İspanyol salamına çeviricez diye, siz Hak Yolu'nda olmadıkça bu saçma ırk muhabbetinde kazanan Yahudiler olur, Kürtler yada Ermeniler değil, National Geographic belgesel çekti, Amerikan yerlileri, Avrupalılar, Ruslar ve Hintliler Türk ve Türklerin soyu 40.000 yıl öncesine dayanıyor, bu DNA ile sabit diye, yani elin tarafsız ateisti bile kabul ediyor Türkler'i, başka da birşey demiyorum, bu belgesel de sizi sarmadıysa Kızılderililer ve İsveçlilerin Türkçeyle aynı yada benzer 100'lerce kelimesine gözatın, yada Avrupa'daki çoğu ülkede olan ve bizden gizlenen Orkhun Yazıtları'na, tarih Türklerle başlar, bu saygın ve eşsiz milletle dost olmak varken, Yahudilerin tuzağına düşmek size daha hoş geliyorsa aklınızdan zorunuz var demektir.

    YanıtlaSil

Not:Eğer bu bloğa üyeliğiniz yoksa,aşağıda yorumlama biçiminden anonimi seçerek yorumunuzu bırakabilirsiniz.